Niyazi Berkes ve Türkiye'de Ulusalcılık
Niyazi Berkes Ve Ulusalcılık
Berkes’in ulusalcılık anlayışında, aslına bakıldığı zaman günümüz ülkemizin batı yanlısı bir tavır gösteren kesimleriyle batı karşıtı tavır sergileyen kesimlerin görüşlerinden farklı olarak farklı bir temele oturtmaya çalışılmıştır.
Berkes’in Osmanlı’dan gelen bir Doğu despotizmi olduğundan bahsetmesi, Tanzimat dönemi bütüncül batıcı aydınlarının aksine, Osmanlı devlet geleneğini iyi bir şekilde analiz etmekle birlikte, buna ilaveten Batı’nın yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetine karşı olan uydu ülke muamelesinde bulunması ve ikinci sınıf bir ülke vari yaklaşması durumu, onun görüşlerini iki ayrı noktada kümelendirmiştir. Bunlardan ilki Batı uygarlığı olgusudur ki, bu olgu Niyazi Berkes’in tahayyül ettiği çağdaşlaşmayla birebir ilintilidir ve Niyazi Berkesin düşünce sisteminde, din kaynaklı gündelik hayatta etkin olan bazı durumlar ve kabullerin, örneğin cinsel hayat gibi dinin, toplumsal ahlakı düzenlemek maksadıyla getirdiği belli başlı bazı kurallara riayet edilmesi ya da ticarette din temelli bazı pratiklerin oluşmuş olması çağdaşlaşmanın önünde bir engel olarak durmaktadır. Çünkü bir toplum din ya da kutsal kaynaklı inanışlarından, pratiklerinden ve bunlar gibi göze normalde çok batmayan bazı gündelik rutinlerden ne kadar hızlı kurtulursa o kadar çok çağdaşlaşmaya yaklaşmaktadır. Niyazi Berkes, Asya Mektupları adlı eserinde, Türk halkınının din ile yakın ilişki içerisinde olan kısmını, Hindistandaki Hindular ile kıyaslamış ve ‘Al birini vur ötekine’ sözünü etmiştir. Tekrar Tanzimat devri aydınlarına gelecek olursak, Berkes Tanzimat dönemi aydınlarını, Türk sosyal hayatının işleyişini ve de devlet geleneğini pek iyi anlamayan bilinçsiz düşünürler olarak görmektedir.
Aslına bakıldığı zaman Berkes gerçekten de bütüncül bir batılılaşmanın Türk toplumunun dinamiklerine aykırı olacağını düşünmektedir ve eserlerinin üzerinden geçen onca yıla baktığımızda yanlış düşündüğü de söylenemez, çünkü batıda olduğu gibi kilise-devlet çatışması olmayan bir siyasi alanda yaşayan toplumlardan hemen yukarda bahsettiğim günlük din kaynaklı pratiklerden kurtulmaları beklenemez ve beklenmesi abes kaçar, çünkü Türk devlet geleneğinde daha da genel olarak, doğu devlet geleneğinde din ile devlet çatışan bir sistem değil daha çok bir bütün içinde çalışan iki kurum olagelmiştir ve de Din kurumu, batıda olduğu gibi bir kilisenin ya da ruhban sınıfının devletleşme çabası gibi bir çaba içerisine girmeyip daha çok halk nezdinde devletle dirsek teması kurar pozisyonda kalmıştır. Bu da doğuda dinin devletin varlığıyla kurumsal bir hal aldığını göstermektedir.
Ancak Avrupa’da feodal düzen hüküm sürerken kilise bu devletlerle ilişkilerini tıpkı bir devlet gibi yürütmüş ve Hristiyanların ruhani önderi olduğunu iddia eden papa tıpkı bir devlet başkanı gibi davranmak sureti ile etrafındaki diğer devletlerin içişlerine el uzatmış ve zaman geçtikçe daha da güçlenerek devletleşme yoluna girmiştir, ancak herşeyin sonu olduğu gibi bunun da bir sonu olmuştur ve zamanla din ve devlet işlerinin ayrılması durumu, merkezi devletlerin güçlenmesi olgusu ile ortaya çıkmıştır. Ancak doğu devlet geleneklerinde din önderleri genel olarak devlet himayesinde oldukları için böyle bir ikilem yaşanmamış ve batıdaki Papa’nın rolünü doğuda halife yani devletin siyasi olarak da dini olarak da başı üstlendiği için toplum sosyolojileri de buna paralel olarak farklı yönlerde gelişmiştir. İlaveten bunun sonucu olarak da “modernleşme” dediğimiz sürecin vuku bulma şekilleri farklı oluşmuştur.
Berkes’in Türkiye’deki çağdaşlaşma konusundaki sayılı uzmandan biri olduğunu alanın otoriterleri genel olarak kabul etmektedir. İlaveten Berkes’in sosyoloji anlayışı diğer sosyologlara göre daha çok tarih temelli olduğundan, anlattığı ve aktardığı bilgilerin teyit ve ya sağlamasının yapılması diğer sosyologlara göre daha mümkün durumdadır.
Berkes Avrupa’nın Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki etkisinin Ulusal Kurtuluş savaşı ile azaldığını düşünenmektedir, Çünkü Avrupa kendine rakip olabilecek çağdaş toplumlar yaratmak ve ya onların oluşmasına izin vermek yerine kendilerine alan açan siyasi açıdan uydu devletler ister ki, bu Avrupa’nın ve ya Batı medeniyetinin yükselmeye başlamasının bir tezahürü olarak önümüze çıkmaktadır. Berkesin de bütün gayesi bu emelin Türkiye için de diğer uydu ülkeler gibi olmamasıdır. Adnan Menderes’in idamını da batıyı bütüncül olarak almaya çalışan Tanzimat aydınının uzantısı olarak görmüş ve bu liberal anlayışın sonunun batı medeniyetinin bir Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki tezahürü olmaya doğru gittiği yorumunu yapmıştır.
Özetleyecek olursak, Berkes din ve devlet işlerinin ayrılmasını yeterli görmeyip tam bir şekilde laiklik ve çağdaşlaşma yanlısı olarak yeniliğin ancak ve ancak din ve gündelik yaşamın tam olarak ayrılması olarak görmüştür ve bunu da Batı tarzı bir yenilemenin, yenilenmenin ve de modernleşmenin başlangıcı olarak görür.
Şahsi fikrim, Berkes’in bu idealinin ve bu beklentisinin doğu devlet geleneğinin bir parçası olmaktan hiçbir zaman kurtulamayacak Türk toplumu için hiçbir zaman gerçek olamayacağı yönündedir.
KAYNAKÇA
1 Berkes, Niyazi, Türkiyede Çağdaşlaşma, İstanbul, 1964
2 Berkes, Niyazi, Teokrasi ve Laiklik, Chicago University Press, 1984
3 Berkes, Niyazi, Türk Düşününde Batı Sorunu, İstanbul, 1975
4 Berkes, Niyazi, Asya Mektupları; Gezi, İzlenimler, Eleştiriler, İstanbul, 1976
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Tarih Lisansını tamamladıktan sonra, Polonya'da Kazimierz Wielki Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler'in Tarihi yoğunluklu dersler aldı. Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesinin Sümeroloji Yüksek Lisans Programında 1 yıl eğitim aldıktan sonra, aynı kurumda bulunan Ortaçağ Tarihi Yüksek Lisans programına geçiş yapan Ertuğrul Öztürk, şu an tez aşamasında eğitimine devam etmektedir.
YORUMLAR
BU MAKALELERİ BEĞENEBİLİRSİNİZ